QeKzpX. KÜNYE HAKKIMIZDA HARİTA YASAL ARA İLETİŞİM ANASAYFA TARİHİMİZ Peygamberler Tarihi Tevrât'ta Âhiret İnancı Yahudilerde âhiret inancı nasıldır? Tevrât'ta anlatılan âhiret inancı nasıl bilgiler veriyor?Tevrât’ta âhiret ile ilgili açık ve net bilgiler yoktur. Sonraki nüshalarda da günahkârların cehenneme gideceği, dînin emirlerine riâyet eden insanların cennete gideceği inancı vardır. Ancak yahûdî târihine bakarsak, ilk dönemlerde âhiret telâkkîsine rastlamak pek mümkün değildir. Tevrât’ta ölenler için “Günlerine doymuş olarak atalarıyla birlikte uyudu.” ibâresi kullanılmaktadır. Tekvîn, 47/30; Tesniye, 31/16 Daha sonraları Benî İsrâîl arasında “Ölenler ne olacak?” sorusu tartışılmaya başladı. Ve ölenlerin “şeol” ölüler diyârına gittiği inancı yerleşti. Yahûdîlikte ölüm sonrası diriliş, mükâfât ve mücâzât ilk defa Danyel Kitâbı 12/2’de, açık ve net olarak ifâde edilir. Danyel, 586-538 Bâbil esâreti döneminde Bâbil’de yaşamıştır. Yahûdîlikte âhiretle ilgili inançlar daha çok Talmut’ta yer almaktadır. Buna göre; Benî İsrâîl, dâimî olarak cennette kalacaktır. Günahkâr olan İsrâîloğulları ise, cehennemde sâdece oniki ay kalacak, sonra onlar da cennete gireceklerdir. Yahûdî olmayanların ise, hepsi cehenneme girecek ve ebediyyen azâb içinde kalacaklardır. Çünkü yahûdîlik perspektifinden bakıldığında, yahûdî olmayanların hepsi putperesttir. Roş Ha-Şana, 17a Kaynak Osman Nuri Topbaş, Nebiler Silsilesi-2, Erkam Yayınları İslam ve İhsan PAYLAŞ İslam ve İhsan İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de “Allâh katında dîn İslâm’dır …” Âl-i İmrân, 19 buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan böyle bir dîn aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” Âl-i İmrân, 85 ... Peygamber Efendimiz Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret hac etmendir” buyurdular. “İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular. İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16 Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir. Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” Muvatta’, Kader, 3. Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir. Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307 Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” er-Rad, 28 Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir. İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal ilm-i hâl sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır. İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz. Erkam Medya © islam&ihsan 2013 - 2022 altında yayınlanan yazıların tüm hakları mahfuzdur. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi yazıların tamamı izinsiz kullanılamaz.
Tevrat’ta geçen On Emir şunlardır1. Seni Mısır diyarından, esaret evinden çıkaran Tanrı benim. Benden başka Tanrın olmayacak. 2. Kendin için yontma put yapmayacaksın. Hiçbir şeyin resmini yapıp tapmayacaksın. 3. Tanrının adını boş yere ağzına almayacaksın. 4. Cumartesi gününü daima hatırlayıp onu kutsal bileceksin. Haftanın altı gününde çalışacak, yedinci gün dinleneceksin. Cumartesi, Rabbine tahsis edilmiş genel dinlenme günüdür. O gün, ne sen ne oğlun ne kızın ne hizmetçilerin ne de hayvanların bir iş yapacaktır. 5. Babana ve annene hürmet edeceksin. 6. Öldürmeyeceksin. 7. Zina yapmayacaksın. 8. Çalmayacaksın. 9. Komşuna karşı yalancı şahitlik yapmayacaksın. 10. Komşunun evine tamah etmeyeceksin; komşunun eşine, kölesine, cariyesine, öküzüne, eşeğine hiçbir şeyine göz dikmeyeceksin.
Genel adlar ve özel adlarAllahın gerçek adı nedir? Birçok kişide şöyle bir düşünce var, “Madem tek bir Tanrı var, Onun adı o kadar da önemli değildir. Allah Allahtır!”. Ama bu konuda biraz daha derin düşünmek gerek. Çünkü iki tür ad var genel adlar ve özel adlar. Genel adlar, çok geniş olarak, bir malın ya da kişinin kategorisini gösterir. Mesela “Bu nedir?” – “Bu bir koltuktur”, ya da “Bu adam nedir?” – “Bu adam bir Polistir” diyoruz. koltuk’ ve polis’ iki genel addır, iki kategori gösterir. Türkçede Tanrı’ sözcüğü Vikipedi’de şöyle tanımlanıyor “Evrenin tek yaradanı ve yöneteni olduğuna inanılan doğaüstü varlık”. Genel ad kullanınca, tek var olan Tanrıya hangi ad kullanırsak kullanalım, hiç fark etmez İngilizcede God’, Fransızcada Diyö’, Arapçada Allah’ vs. YARADAN için her dilde kullanılar genel bir isim vardır. Maalesef İslamiyet Allah’ın genel adını özel ad olarak kullanmaya başladılar.Allah’ sözü nereden geldi?Arap dilinde tanrı’ sözcüğü ilah’ demektir. Arapçada bir grubun içinden belli bir tane’ göstermek için al- ya da el- sözünü öne koyarlar. Buna tanımlık, ya da artikel diyoruz İngilizcede the’; Almancada der, die, das’; Fransızcada ise le, la’ gibi. Demek, eski Araplar bile, en büyük tanrıyı göstermek için Al-ilah’ sözünü kullanırdılar, o da zamanla Allah’ olarak kısaltıldı. Allah’ sözü bir genel ad olarak kullanıldığı zaman, tek Tanrıyı gösteriyor ve müslüman olmayan kişiler tarafından da kullanılabilir.Allah’ bir genel ad mı, yoksa özel ad mı?Maalesef Müslümanlar için Allah’ genel bir ad değil, özel bir addır, sanki sadece müslümanların malıdır. Başkaların bu adı kullanmasını hiç hoş görmüyorlar. Buna günlük yaşamdan bir örnek verelim Türk televizyonuna dikkat ederseniz, yabancı filmlerde müslüman olmayan biri konuşurken, tercümanlar onun ağzına hiç bir zaman Allah’ sözünü Klod van Dam kızarken, onun ağzından “Aman Allahım!” sözlerini işitemezsiniz, ona türkçede “Aman Tanrım!” diye çevirirler. Bir Ceki Çan filminde adam iki Mısırlı ile dövüşürken, Türk tercümanlar Ceki Çan’ın sözlerini “Aman Tanrım” olarak çevirdiler, Mısırlıların ise, “Allah belanı versin” olarak. Demek ki Allah, müslümanların anlayışına göre, İslam tanrısının özel adıdır. Aynı bunun gibi, Kuran başka dillere tercüme edilirken, o dilin tanrı’ sözü kullanılmıyor, Allah’ sözü hiç çevirilmeden olduğu gibi geçiyor. Neden Kuran’ın İngilizce tercümelerinde God’ sözü kullanılmıyor? Neden Bulgarca tercümesinde Bog’ sözü kullanılmıyor? Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, müslümanlara göre Allah’ bir genel ad değildir, özel Tanrı’nın özel adı nedir?Kuran’a göre Allah’ adı eskiden beri insanların bildikleri, eski peygamberlerin yaydıkları ad imiş. Adem, Nuh, İbrahim, Yakup, Yusuf, Musa, Davud, Süleyman, Yunus ve İsa – Kuran’ın dediği doğru ise, bunların hepsi dua ederken Allah’ adını kullanmış olmalıdırlar. O peygamberlerle konuşan tanrı, kendini o adla tanıtırmış. Bu teori doğru olsa, Tevrat ve İncilde bunun izlerini bulmamız gerekir. Bazıları hemen “Ama o kitaplar değişti” haykırarak itiraz edecekler. Fakat ALLAHIN SÖZÜ DEĞİŞMEZ, DEĞİŞTİRİLEMEZ. Allah kendi sözünün değişmesine ve ya kitaplarının bozulmasına izin vermez. Yoksa kadir olan Allah kendi sözünü koruyamaz hale düşer. Bu tür düşünce büyük bir saçmalıktır, hatta Allah’ın yüce adına ağır bir küfürdür. Üstelik, bir kişi değişiklik yapmaya kalksa bile, kendisinden korktuğu Tanrı’nın adını kesinlikle değiştiremez. Tam tersi, öyle bir sahtekâr meydana çıksa bile, yaptığı sahtekârlık daha büyük bir otorite kazansın diye, herkesin bildiği, herkesin kullandığı tanrısının adında konuşacak. Onun için emin olabiliriz, bugünkü Tevrat’ta bulduğumuz Tanrının özel adı aynıdır. Bütün eski peygamberler o adı tanıyıp, o addan Tanrı kendini Musa peygambere nasıl tanıttı? Musa kırk yaşındayken, Mısır’da bir adamı öldürdükten sonra korkup Midyan devletine kaçtı. Orada Yitro adında bir adamın kızıyla evlenip kırk yıl boyunca çobanlık yaptı. Seksen yaşına gelmişken, Tanrı yanan bir çalının içinden ona konuşarak kendini tanıttı. Musa’ya, Mısıra dönüp İsrail halkını kölelikten çıkarması için bir görev şöyle karşılık verdi “İsrailliler’e gidip, Beni size atalarınızın Tanrısı gönderdi’ dersem, Adı nedir?’ diye sorabilirler. O zaman ne diyeyim?” Tanrı, “Ben Ben’im” dedi, “İsrailliler’e de ki Beni size Ben Ben’im diyen gönderdi.’ “İsrailliler’e de ki, Beni size atalarınız İbrahim’in, İshak’ın, Yakup’un Tanrısı Yahve gönderdi.’ Sonsuza dek adım bu olacak. Kuşaklar boyunca böyle anılacağım.”Tevrat – Mısırdan Çıkış 313-15Tanrı, Musa’nın sorusuna çok ilginç bir cevap verdi. Tanrı kendini YAHVE’ olarak tanıtıyor. Bu O’nun ÖZEL ADIDIR. Aynı zamanda Tanrı, bu addın sonsuza kadar addı olarak kalacak diyor. İnsanlar tek Tanrıyı yalnız bu adla çağıracaklar. Peki, Yahve’ sözü ne demektir? İbranice dilinde o söz, sadece “Ben ben’im” demektir. Bugün ne isem, sonsuza kadar o olacağım. Bu anlam, Yahve’ adının hiç değişmeyeceğine, başka bir özel ad onun yerine geçemeyeceğini bir defa daha vurguluyor. İşte, bütün eski peygamberler Tanrıyı Yahve’ adı altında tanırdılar, Ona o adla haykırdılar, o adla kurban kesip yemin ederdiler. Musa’ya verilen on emirin ilk buyruğu bu isimle Mısır’dan, köle olduğun ülkeden çıkaran Tanrın Yahve benim. Benden başka tanrın – Mısırdan Çıkış 202-3Demek, ancak Tanrıyı bu özel Yahve” adıyla tanıyan, onu bu adla çağıran kişi, gerçek Tanrıya tapmış olur. Başka özel ad kullananlar, İbrahim’in Tanrısına değil, insanların uydurdukları bir tanrıya tapmış olurlar.Yahve’ ve Allah’ aynı mıdır, değil midir?Ne yazık ki, Kuran’a baktığımızda, bir defa olsun, Yahve’ adına rastlamıyoruz. Kendini Muhammed’e gösteren ruhsal varlık, gerçek Tanrı olan Yahve değildir, İbrahim’in tanrısı değildir. Zaten Muhammed Yahve’ adını Yahudilerden öğrenemedi. Çünkü Yahudiler Musa’nın üçüncü buyduğuna uymak Yahve’nin adını boş yere ağzına almayacaksın. Çünkü Yahve, adını boş yere ağzına alanları cezasız – Mısırdan Çıkış 207Yahudiler Tanrının Yahve’ adını kolay kolay ağzına almazlardı, Yahudi olmayanlara bildirmezlerdi. Tanrı için genel ad olan Elohim’ sözünü kullanırdılar. O da Allah’ sözüne benzediği için, Muhammed iki adı benzer olarak aynı zannetti. Böylece İbrahim’in tanrısı Kuran’da Allah’ oluverdi. Ama gerçekten öyle değildir. İbrahim, Yahve adını biliyordu, Muhammed bilmezdi. Onun için Kuran’daki Allah’, kesinlikle İbrahim’in tanrısı, tek gerçek Tanrı değildir!Muhammed, Araplara Allah’ adını yayarken, yeni bir ad mı tanıttı?Muhammed, yeni bir dinin kurucusu değildi, dini bir reformcu idi. Yani, yeni bir sistem, yeni bir tanrı tanıtmadı, Arapların inanç sisteminin içinde bazı değişiklikler yaptı. Müslümanların tapınma sistemi, aslında kökte putperestlerin tapınma sisteminin aynısıdır namaz, kıble, oruç, cuma günü, kutsal aylar, Kaabe, başka kutsal yerler – bütün bunlar putperest Arapların dininden islamiyete geçirilen unsurlardır.Allah’ adı da yeni tanıtılan bir ad değildi, putperest Arapların inandıkları tanrıydı. Greklerde olduğu gibi, birçok tanrıya inanıp bunların üstünde büyük bir tanrının var olduğunu kabul ederdiler. Grekler o büyük tanrıya Zevs’ adını verdiler, Araplar ise Allah’. Zevs’in oğulları ve kızları varken mesela Herkules ve Atina, Arapların Allah’ tanrısının da kızları vardı. Onların adları Kuran’da geçiyor Al-Lat’, Al-Uzza’ ve Menat’ Necm Suresi 5319.Andolsun, o, Rabbinin en büyük alametlerinden bir kısmını gördü. Lât ve Uzza’ya ve diğer üçüncüsü Menat’a ne dersiniz?…Kuran – Necim Süresi 5319Eski Greklerin en büyük tarihçisi ve bütün tarih biliminin babası olarak bilinen Herodot, İsa’dan önce 430 senelerinde yani Muıhammed’den daha 1000 sene önce Arabistan’ı gezdi ve Arapların dinini şöyle tarif ettiHERODOT, Napulj, Museo Nazionale“Onların sadece iki tanrıları var Bakhus ve Urania. Bakhus’a kendi dillerinde Orotal, Urania’ya ise Alilat diyorlar.” Herodot, Tarih Kitabı, Cilt 3Grekler, başka halkların tanrılarını tarif ederken, onların karakteri ve görevlerine bakıp kendi tanrıları ile karşılaştırıyorlardı. Mesela, Romalıların baş tanrısı, ve tanrıların babası olan Jupiter’e Zevs derdiler, Venüs’e Afrodit Herodot’un anlattığı Alilat’, şüphesiz Kuran’da bile adı geçen Al-Lat Arapların Allah’ı, en başta sadece bir genel ad olarak kullanılırdı. Her şehir başka başka putlara tapıp, en yüksek putuna Al-ilah’, yani büyük tanrı’ diyorlardı. Mesela, Mekke’de yaşayan Kureyş halkı için Allah’ sözü, en büyük tanrısı olan Hobal’ adlı tanrı anlamına geliyordu. Hobal’ın heykeli kırmızı taştan yapılmış büyük bir insan biçimi idi. Amr ibn Luhay onu Moav diyarından bugünkü Ürdün devleti Arabistan’a getirmişti. Hobal’ sözü, İbranice Ha-Baal’ sözünden geliyor ve Tevrat’ta geçen Baal-Peor’ adlı putun aynısıdırBöylece İsrail halkı Peor Baalı’na bağlandılar. RAB bu yüzden onlara öfkelendi. Musa’ya, “Bu halkın bütün önderlerini gündüz benim önümde öldür” dedi, “Öyle ki, İsrail halkına öfkem yatışsın.” Bunun üzerine Musa İsrail yargıçlarına, “Her biriniz kendi adamlarınız arasında Peor Baalı’na bağlanmış olanları öldürün” dedi. … Hastalıktan ölenlerin sayısı kişiydiTevrat – Mısırdan Çıkış 251-9O Hobal’ tanrının heykeli Kâbenin içinde duruyordu. Hatta, Hobal için Rab-ül beyt’, yani Kâbe’nin efendisi’ adı kullanılıyordu. O putun sağ eli eksikti, Kureyş halkı da ona altından bir el yaptı. Büyük kararlar almak için, bu putun önünde falcılık yapılırdı yedi ok atılırdı ve okların duruşuna göre, devam et’, bekle’ ya da vazgeç’ cevabı verilirdi. Uhud savaşında müslüman ordusunu yendikten sonra, Kureyş halkından olan Ebu Sufyan “Hobal-u-ekber! Hobal-u-ekber!”, yani “Hobal büyüktür!” diye bağırdı. Muhammed’den önceki putperest Araplar, Hobal’ın heykelinin önünde durup ALLAH’a dua ederdiler, yani Allah sadece Hobal için kullanılan başka bir ad Allah’ adı putperest Arapların kabul ettikleri tanrının adıydı. Muhammed’in babasının adı bile onu gösteriyor Abdullah’ adı, Allahın kulu’ ya da hizmetçisi demektir. Demek, Muhammed’in dedesi Abd-ul Muttalib bile, Allah’ adlı tanrıdan korkup, oğluna onun adını içeren bir ad vermişti. Peki, Muhammed’in dedesi onun babasına bu adı verirken, Allah dediği tanrı kimdi? Bunu anlamak için yine İslam tarih kitaplarına bakalım. İbn İshak’ın Sırat-ul Resulullah’ adlı Muhammed biografisinde şunu okuyoruzAbd-ul Muttalib gençlik yıllarında Hobal putunun önünde durup, Allah’a yemin etmişti “Bana on oğul verirsen, onlardan birini sanan kurban vereceğim”.İbn İshak’ın Sırat-ul Resulullah Sayfa 66-68Burada açık bir biçimde görüyoruz ki, putperest Arapların Allah’ dedikleri sadece Hobal’ için başka bir isimdi. Allah’ dediğimiz varlık Muhammed’den en büyük putun adıydı. Öyleyse, Muhammed neden Hobal putuna tapmayı yasak ediyor? Al-Lat, Al-Uzza ve Menat adlı putlar Kuran’da geçerken, neden daha büyük olan Hobal’ putunun adı geçmiyor? Hatta İngilizcede ünlü The Dictionary of Islam’ İslamiyet Sözlüğü bile bu konuda şöyle derBütün Kuran’ın içinde bu putun açık bir biçimde hiç geçmemesi, gerçekten şaşırtıcı bir Patrick Hughes, s. 181, “Hubal” başlığı altındaBunun cevabı gayet kolaydır Muhammed Hobal’ı yok etmeye gerek görmedi, onu Allah’ adı altında ve değişik bir biçimde kabul etti. Tek bir tanrıya inanan Muhammed, Yahudilerin ve Hristiyanların tek tanrı inancına imrenerek, kendi halkının kabul ettiği en büyük tanrısı Hobal’ı alıp, tek gerçek tanrı olarak tanıtmaya başladı. Onun heykelini kırdı, ama onun evini sağlam braktı. Onun özel adını unutturdu, ama onun genel adını ilan etmeye devam etti. Bunu yapmakla, gerçek tanrıya ulaştığını, gerçek dini bulduğunu sandı. Bu yöntem, aslında Muhammed’in icat ettiği bir şey değildir. Daha binlerce yıl önce bile, kişiler tek gerçek tanrıyı ararken aynı yolu Mısır’dan bir örnek Firavun Ehnaton’un reformuEski Mısır’ın 18. krallığında, İsa’dan önce 1353 yılında, yani Muhammed’den yaklaşık 2000 yıl önce Amenhotep IV. kral oldu. Bu Firavun, Mısır’ın tarihinde ilk olarak, herkesin tek tanrıya inanmasını emretti. Eski Mısır’da çok tanrıya tapılırdı, ama bunların en büyüğü Amon’ denilen güneş tanrısı idi. Onun altında birçok tanrı vardı, ama onların en önemlileri İsis’, Osiris’ ve Horus’ idi. Bu üçünün Nil ırmağındaki suyun her yıl düşüp yükselmesini sağladıklarına tapınma sistemi, kuvvetli kâhinlerin elinde idi. Sıradan vatandaşlar, direkolarak tanrılarına ulaşamazdı. Firavun Amenhotep IV. bunu değiştirmeye kalktı. Devletin bütün gücünü kullanıp, Amon’ tanrısı ile birlikte, bütün tanrıları yok etti. Onların tapınışını kontrol eden kâhinleri görevlerinden attı, karşı gelenleri öldürdü ve bütün putları kırıp döktü. Taşların üzerindeki yazılarında bile eski tanrıların adlarını sildirdi. Tek tanrı inancında ne kadar ciddi olduğunu göstermek için, kendi adını bile değiştirdi artık Amen-Hotep türkçesi “Amon razıdır” değil, ama Ehn-Aton türkçesi “Aton memnun kaldı” olacaktı. Aton da bir güneş tanrısı idi, ama bu sadece bir sembol olacaktı. Artık İsis, Osiris ve Horus olmayacaklardı; Ehnaton onların gücünü Aton’un gücünün bir parçası olduğunu söyledi. Güneş bir tekerlek gibi gösterildi. Ondan uzanan ışınlar herkese ulaşır ve böylelikle her insana yaşam verirdi. Tek tanrının yaratıcı gücünün güzel bir çeken şudur Muhammed binlerce sene önce yaşayan Ehnaton’un yaptığını tekrarladı kendi halkının en büyük tanrısını alıp, onu tek tanrı olarak ilan etti, onun adını değiştirdi ve kendi din sistemini kaba kuvvetle oturtmaya çalıştı. Acaba, bu yöntemle gerçek Tanrı’ya ulaşabildi mi? Bugün Aton’ tanrısına tapabilir miyiz? Madem, birçokların kabul ettiği gibi, Tanrı tektir, onun adı önemli değildir ve tek bir Tanrıya inanan herkes, aynı tanrıya tapmış oluyor. O halde bugüne kadar o tek Tanrıya Aton’ adıyla tapmaya kalksak, gerçek Tanrıya tapmış oluyor muyuz? Bismillah ir-Rahman ir-Rahim’ yerine Bismilaton ir-Rahman ir-Rahim’ dersek, olur mu? Kelime-i şehadetinde “La ilah illa Allah” yerine “La ilah illa Aton” diyebilir miyiz?Evet, taptığımız tanrının özel adı önemlidir. Tevrat, Zebur ve İncil’i bilen kişiler Muhammed’in getirdiği dinsel sisteme aynı gözle bakacaklar, aynı tepkiyi gösterecekler Kuran’daki Allah’ kesinlikle Yahve değildir, kesinlikle İbrahim ve diğer peygamberlerin tanrısı değildir!
Musa ve Harun Peygamberler, 40 yıl boyunca İsraillileri yönettiler. Emirleri ve kurbanlıkları yönettiler böylelikle Tevrat’ta birçok İşaret oldu. Yakında bu peygamberlerin ölme zamanı gelecek. Tevrat’ın kapanışından önce, Tevrat’taki bazı desenleri Desenleri İncelemeO halde Tevrat’taki İşaretlerin deseni nedir?Tevrat’ta KurbanKurbanların ne kadar önemli olduklarına ve ne sıklıkta verildiklerine dikkat edin. Daha önce bakmış olduklarımızı düşününHabil doğru bir kurban sundu, Kayin ise bir sebze. Kurban için ölüm gerektiğinden Kayin’in kurbanı kabul sonra Nu bir kurban Vaadedilen Topraklara geldiğinde bir kurban oğlu ile olan denenmeden sonra koçu kurban olarak sundu. Hemen sonrasında, gelecekte de aynı noktada“sağlanacağını” ilan İsrailliler Fısıh Bayramında kurban sundular. Bu onları ölümden kurtardı ve Yahudiler hala her sene aynı gün Fısıh Bayramını her sene kendisi için bir kurban sunduktan sonra İsrailliler için İki keçi kurbanını sunduKülleri, cesetten gelen kirliliği temizlemek için bir düve kurban kurbanların hepsi temiz hayvanlardı – koyun, keçi veya boğa. Düve hariç hepsi kurbanlar, kurbanları sunan insanların telafisi için oldu. Bu da onların bir örtü olduğunu, kurbanı sunan kişinin suçunun ve utancının örtüldüğünü ifade eder. Bu Adem ile başladı; kendisi, ona sunulan deriler şeklinde Allah’ın Merhametini aldı Onun çıplaklığını örten bu deriler, bir hayvanın ölmesini gerektirdi. Sorulması gereken önemli bir soru şudur Neden artık kurban sunulmuyor? Cevabını daha sonra DoğrulukThe Israelites could get righteousness if they could – but they had to Doğruluk’ kelimesi sürekli olarak karşımıza çıktı. Bunu ilk Adem’de, Allah ona en iyisinin doğruluk giysileri’ olduğunu söylediğinde görmüştük. İbrahim, gelecek olan bir oğul vaadine inanmayı seçtiğinde, doğruluk itibarını aldığını Emirleri koruyabilselerdi doğruluk elde edebilirlerdi – ama onları her zaman tutmak YargıAynı zamanda, bu emirlere uymamanın, Allah’ın Yargısı ile sonuçlandığını da gördük. Bu Adem’le başladı, kendisinin yargılanmak için sadece bir kez itaatsizlik etmesi yetmişti. Yargının sonucu her zaman ölüm oldu. Ya yargılanan kişi öldü ya da kurban edilen hayvan… Aşağıdakileri düşününAdem’de derisi için kurban edilen hayvan – kabul görmüş sunusu için kurban edilmiş olan hayvan insanlar tufanda öldü ve hattatufandan sonra Nuh bir kurban sundu ve sonucunda bir hayvan Sodom ve Gomora’daki insanlarYargılanarak öldüler – Lut’un eşi oğlununkurbanıyla oğlu ölecekti ama onun yerine koç Bayramı’nda ya ilk doğan oğul öldü Firavun’un ve diğer inanmayanların ya dakapısına kanı sürülmüş olan kuzu Emirlerinde ya suçlu insan öldü ya da Yargı Günü’nde bir keçi ne demektir? Devam ettikçe göreceğiz. Fakat şimdi, Musa ile Harun Tevrat’ı bitirecek. Bunu Allah’tan direkt olan hem geleceğe yönelik hem de şu an bizler için önemli olan mesajlarla yapıyorlar. Gelecek olan Peygamber ve gelecek olan Lanetler & Bereketler. Peygambere burada Olan PeygamberAllah Sina Dağı’nda Tabletleri verdiği zaman bunu gücünü korkunç bir şekilde göstererek yaptı. Tevrat Tablet’ler verilmeden önceki durumu şu şekilde açıklar; Üçüncü günün sabahı gök gürledi, şimşekler çaktı. Dağın üzerinde koyu bir bulut vardı. Derken, çok güçlü bir boru sesi duyuldu. Ordugahta herkes titremeye başladı. 17Musa halkın Tanrı’yla görüşmek üzere ordugahtan çıkmasına öncülük etti. Dağın eteğinde durdular. 18Sina Dağı’nın her yanından duman tütüyordu. Çünkü RAB dağın üstüne ateş içinde inmişti. Dağdan ocak dumanı gibi duman çıkıyor, bütün dağ şiddetle sarsılıyordu. Mısırdan Çıkış 1916-18 İnsanlar korku doluydu. Tevrat onları şöyle açıklar Halk gök gürlemelerini, boru sesini duyup şimşekleri ve dağın başındaki dumanı görünce korkudan titremeye başladı. Uzakta durarak 19Musa’ya, “Bizimle sen konuş, dinleyelim” dediler, “Ama Tanrı konuşmasın, yoksa ölürüz.” Mısırdan Çıkış 2018-19 Bu, Musa’nın topluluğu 40 yıl boyunca yönettiği dönemin başında oldu. Sonunda, Allah Musa’ya geçmişteki durumu konuştu, insanlara geçmişteki korkularını hatırlattı ve gelecek için bir vaatte bulundu. Musa Tevrat’a şöyle kaydetmiştir Tanrınız RAB size aranızdan, kendi kardeşlerinizden benim gibi bir peygamber çıkaracak. Onu toplandığınız gün Tanrınız RAB’den şunu dilemiştiniz Bir daha ne Tanrımız RAB’bin sesini duyalım, ne de o büyük ateşi görelim, yoksaölürüz. RAB bana,Söyledikleri doğrudur’ dedi.Onlara kardeşleri arasından senin gibi bir peygamber çıkaracağım. Sözlerimi onun ağzından işiteceksiniz. Kendisine buyurduklarımın tümünü onlara bildirecek. Adıma konuşan peygamberin ilettiği sözleri dinlemeyeni ben cezalandıracağım. 20Ancak, kendisine buyurmadığım bir sözü benim adıma söylemeye kalkışan ya da başka ilahlar adına konuşan peygamber öldürülecektir.’“ Bir sözün RAB’den olup olmadığını nasıl bilebiliriz? diye düşünebilirsiniz. Eğer bir peygamber RAB’bin adına konuşur, ama konuştuğu söz yerine gelmez ya da gerçekleşmezse, o söz RAB’den değildir Peygamber saygısızca konuşmuştur Ondan korkmayın.” Yasa’nın Tekrarı 1815-22 Allah insanların sağlık bir şekilde saygı duymalarını istedi, bu yüzden Tabletlerdeki On Emri verdiğinde, insanların arasında büyük bir korku yaratacak şekilde verdi. Fakat şimdi Allah geleceğe bakıyor ve İsraillilerin arasından Musa gibi bir peygamber çıkacağını vaat ediyor. Daha sonra rehber olacak iki madde veriliyorAllah, eğer gelecek olan Peygamber’edikkat etmezlerse insanları sorumlu tutacakAllah’ın bir peygamber aracılığıyla konuşup konuşmadığına karar vermenin yolu, mesajın geleceği tahmin edebilmesi ve gerçekleşmesi madde, Musa’dan sonra sadece bir peygamber daha olacağı anlamına gelmez ama özellikle dinlememiz gereken bir peygamber olacağı anlamına gelir, çünkü mesajında eşsiz bir rol oynayacaktı – onlar Allah’ın Sözleri’ olacaktı. Geleceği sadece Allah bildiği için – kesinlikle hiçbir insan bilemez – ikinci madde insanların mesajın gerçekten Allah’tan gelip gelmediğini anlamaları için önemliydi. Daha sonra Musa’nın bu ikinci maddeyi, Tevrat’ı kapatan, İsrailoğullarının Bereketleri ve Lanetlerinde İsraillilerin geleceğini nasıl öngördüğünü ya bu gelecek olan Peygamer’? O kimdi? Bazı alimler bunun Hz. Muhammed SAV olduğunu ileri sürmüşlerdir. Fakat peygamberliğin, bu peygamberin “İsraillilerin arasından” olacağını söylemesine dikkat edin – yani Yahudi. Bu nedenle Hz. Muhammed SAV olamaz. Diğer alimler ise İsa Mesih peygamber olup olmadığını merak etmişlerdir. Kendisi Yahudi’ydi ve büyük yetkiyle öğretti – adeta Allah sözlerini O’nun ağzına’ koymuştu. İsa Mesih’in geleceği İbrahim’in kurbanında, Fısıh Bayramında ve ayrıca ağzında Tanrı’nın sözleri olan peygamber’ peygamberliğinde olarak Al Kitab’dan Tüm İşaretlerin PDF’sini indirin
Tanrı’nın Adları Tevrat’ta Tanrı için çeşitli İbranî tabirler kullanılmıştır. Bunlardan bazıları hem cinse ait genel hem de neve has özgül anlamda geçmektedir; sairleri de sadece İsrael Tanrı’sının zatî adı olarak kullanılır. Bu tabirlerin çoğu Ken’anlılar tarafından, pagan tanrılarını ifade etmek üzere istimal edilmişti. Bunda şaşılacak bir şey yok, şöyle ki Arz-ı Mev’ud. Vaad edilmiş topraka yerleşmekle tufana dek gelen ilk peygamberler ve ilk İsraeliler “Ken’an dili”ni kendi dilleri yapmışlardı “O gün Mısır diyarında Ken’an dili konuşan ve orduların Rabb’ine ant eden beş şehir olacak ve birine Yıkım yahut Heres, yahut güneş şehri denilecek” İşaya 19/18. Bu itibarla İbranî dili kendi öz Tanrılarını ifade etmek için doğal olarak Ken’an lügatçesini kullanacaktı. Bununla birlikte Tevrat’taki bu çeşitli terimlerin, İsraelliler tarafından kendi öz Tanrı’ların anlatmak için kullanıldıklarında tek ve aynı tanrıya, İsrael’in Tanrı’sını tazammun ettikleri kaydedilecektir. Bu, en azından Musa zamanından itibaren kesinlikle, hattâ İbrahim zamanından itibaren muhtemelen doğrudur. Yeşu Shechem’de toplanmış İsrael kabilelerine hitap ettiğinde “…İsrael’in Allah’ı Rabb böyle diyor İbrahim’in babası ve Nahor’un babası Terah atalarınız eski zamanda Irmağın öte tarafında otururlardı ve başka ilâhlara kulluk ederlerdi.” Yeşu 24/2 diyordu. Kendini Musa’ya YHWH olarak ifşa eden Tanrı “İbrahim’in Tanrı’sı, İshak’ın Tanrı’sı, ve Yakub’un Tanrı’sı” olduğunu söylemişti. Bu itibarla “İshak’ın Korktuğu” Tekvin 31/42, 53 ve “Yakub’un Kâdir’i” Tekvin 49/24 tabirleri YHWH’in müteradifleri oluyorlar. EL Tanrı karşılığında en eski Samî tabir el olup kişisel adlarda bir unsur olarak Akad dilinde ilu m, Ken’an dilinde el ya da il ve Arabî el’e tekabül eder. Sözcüğün etimonu pek bilinmemektedir. Tabirin, “güçlü olma” anlamında bir yl ya da wl kökünden türediği sanılıyor. Akadça ilu m ve çoğulu ilû ve ilânu, herhangi münferit bir tanrıyı, olduğu kadar genel olarak tanrısal varlıkları ifade etmekte kullanılır. Ancak hiçbir Tanrının kişisel adı olarak geçmez. Bununla birlikte Ugaritik Ken’an dilinde il, “Tanrı” cins isminden, en yükse Tanrı el’in, kişisel adı olarak, çok daha sık ortaya çıkıyor. Tevrat’ta el, örneğin El-Elohei-Yisrael El, İsrael’in — peygamberin Tanrı’sı de olduğu gibi Tanrı’nın kişisel adı olarak nadiren kullanılır. El daima, aşağıda irdeleyeceğimiz elohim ile az çok aynı anlamsal alanda bir cins ismi appellatiftir. Elohim gibi el, bir “yabancı Tanrı” veya bir “garip tanrı”yı ifade etmede kullanılır. Son derece mutat elohim sözcüğünün aksine el, nispeten nadir olarak geçer. Ancak el ve nadiren elohim, terimin bir ya da daha çok sıfatla tadil edilmesi halinde istimal edilirler, “bir kıskanç Tanrı”, “bir rahim ve kerim Tanrı”da olduğu gibi. Ayrıca el elohim değil Tanrı’nın beşerî olanla karşılaştırılması halinde kullanılır. Tanrısal işlerle ilgili adlarda bir öğe olarak el elohim değil çoğu kez ilk öğe olarak istimal edilir, örneğin Elijah, Elisha ve Elihu ve daha sık son öğe olarak, İsrael, Ismael ve Samuel’de olduğu gibi kullanılır. Elin ilk öğe olduğu Tanrısal adlar, ezcümle El Elyon en yüksek, müteal, El Olam ebedî, El Shaddai kâdir-i mutlak, El Ro’i beni gören ve El Berit Ahit’in Tanrısı özellikle ilginçtirler. ELOHA, ELOHİM Eloha, “Tanrı” ve çoğulu elohim, görünürde Elin bir uzatılmış şeklidir Arâmî elah, Arabî ilâh ile karşılaştırınız. Tekil eloha nadiren bir pagan tanrıya ıtlak olunmuş, o ise ki çoğul elohim şekli hem pagan Tanrılar, hem de bir münferit “Tanrı”yı ifade etmiş. İsrael’in “Tanrı”sına gelince son derece sık, 2000 kezden fazla ve çoğu kez de ha-elohim “Gerçek Tanrı” tanındık harf-i tarifi ile kullanılmış. Bazen de elohim çoğul şekli, İsrael Tanrı’sını ifade etmek için dahi, bir çoğul fiil veya sıfatla birlikte, özellikle elohim hayyim, “yaşayan Tanrı” ifadesinde olduğu gibi, teşkil edilmiştir. Ama çoğu kez, çoğul şekli sanki tekil birer ad varmış gibi ele alınmaktadır. Dilin mistik kuramına ezcümle Tevrat’ın bir Tanrısal dil olarak telâkkisine dönelim. Kabbalacılara göre, vahyedilmiş Tevrat tamamen Tetragram’a istinat eder; bu itibarla o, kendisinden ve ona iare edilmiş başka adlardan, yani ondan müştak ve şu ve bu veçhelerini değerlendiren Tanrı sıfatlarından dokunmuştur. Vahyedilmiş Tora, dolayısıyla, kendileri dahi El, Elohim, Shaddai gibi çeşitli Tanrısal adlardan dokunmuş bir kumaş olmaktadır. Mamafih bütün bu kutsal isimler son tahlilde, bağlı bulundukları ve içinde birlikte toplandıkları Tetragram’a bağlıdırlar. “Tevrat’taki bütün adlar, ağacın gövdesi tesmiye edilen Tetragram adında mündemiçtir; bütün öbürleri ya kök, ya da uzantılarıdırlar”. Bu itibarla Tora, içinde Tetragram’ın örtülü ama yer yer de apaçık şekilde bir leitmotiv dokunduğu bir giysi, bir yaşayan kumaş olmaktadır. Tora sadece, büyük adı çevreleyen bir genel yapı olmayıp, bir temel unsur, ezcümle Tetragram adı üzerine oturan bir yapıdır. Tanrı, bu adın harflerini, alfabelerinkine bağladığında, onları terkip ettiğinde ve Yesira kitabına göre, onların sırada yerini değiştirdiğinde Tanrı’nın öbür ad ve sıfatları teşekkül etmişlerdir.[1] Bütün bu ifade, Hurûfî ideolojisinin ne denli derinliğe işlediğini gösteriyor. Buna uyarak devam ediyoruz. “İbranî geleneği, Elohim’e Yukarının Adamı mî’ ve âdâm, Aşağının Adamı mâ’ ” diyor.[2] Mî’den mahrum mânın dünyası, bir çöl olur. İbranîlerin çölde yürüyüşleri sırasındaki en büyük sorunları, doğal olarak, susamak sorunuydu. Suları yoktu. Gerçekten su yok muydu? Bunun yanıtını, Tekvin’in “üçüncü gün” anlatısında buluyoruz. “Üçüncü gün”, iki tanrısal “işlem”le gösteriliyor İlki, aşağının suları’nın, mâ dünyasının, düzeyinde yer alıyor; bu dünya bir gün önce mî dünyasından tefrik ediliyor Elohim “kuru”yu “râtıb”dan ayırıyor. Aslında kuru râtıbdan, mâ’nın mi’den ayrılmadığı kadar ayrılmamıştır. Gerçi tefrik edilmişlerdir ama bunlar birbirlerinden ayrılamazlar, kuru ile râtıb birbirinin içine girer. “Râtıb”, yammîm tesmiye edilir; “kuru” da erets. Râtıb, yammim, denizlerdir; kuru, erets, topraktır. Bu sular, üçüncü gün, bir bir olan mahalde el mâkôm’ ehâd toplanırlar. İşbu El mâkôm’ ehâd, şu manalara gelen üç tanrısal Ad’la gösterilebilir el’ çoğulu Elohim’ olan Tanrısal Ad’dır. Bu kelime aynı zamanda yönü, varılacak hedef manasındadır. İbranîler, hayatlarının ancak Tanrı’da son bulduğunu iyi bilirler. Mâkôm Osmanlıca “makam”, “yer mahal” demektir. Dış mahal sadece derunî halin ifadesidir. İbranîler, bu zevkler bahçesi eden’in aslî İnsan’ın imtiyazlı hali olduğunu ye bunu bugün her insanın yeniden bulabileceğini bilirler; bu, Tanrı ile bir yakın birlik halidir. En son hadde, sonuncu hal, sonuncu “mahal” Tanrı’nın Kendisi’dir. Bu nedenle de mâkôm, tanrısal Adlardan biri oluyor. Ehad, Bir sayısıdır. İbranîlerin günlük duaları, Tanrıları Adonây’ın BİR olduğunu hatırlatır, ehad dahi bir tanrısal Ad’dır[3] İslâmî “Allahü Ahad”. Bu noktada çok daha gerilere gideceğiz, Sümer’e kadar gerilere “Sümerlilerin felsefe, metafizik ve din konusunda da kavramlar geliştirmiş olduklarını görüyoruz. Onlar, bu kavramlarını, sistematik felsefe metinlerinde değil, mitolojileri anlatan edebî metinlerinde vermişlerdir. Onlar, bu yolla, bütün Yakın Doğu’ya örnek olmuşlardır. Yahudi ve Hristiyan dinlerine etkide bulunmuşlardır. Temelde, Mu ve Me kavramları ile Hikmet tanrısı Enki yer almıştır Mu, kelime veya isimdir. Me ise, Kozmik ve kültürel olayların yaratıcının planına uyacak şekilde, sonsuza dek işlemesi için konulan bir dizi kaide ve düzenlemelerdir’. Ben, Meyi mahiyet’in prototipi olarak düşünmekteyim. Bu iki önemli Sümerli kavrama Nam’ = Doğa yasası kavramını da eklemek uygun olur. İnsanın yaratılışı, Sümerlilerde, tanrılara bağlı bir fonksiyon olarak anlaşılmıştır. İnsan, balçıktan, Yaratma Odası’nda, tanrı suretinde,[4] tanrılara hizmet etsin diye, güzel suret veren tanrılar tarafından yaratılmıştır; ilk günahı da işlemiştir. İlk yaratılan insan figürü cinsiyetsizken,[5] cinsiyetler sonradan belirlenmiştir. Öyle ki kadın, erkeğin kaburgasından oluşmuştur. Mezopotamya metinlerine göre, balçıktan yaratılmış olan figüre dışarıdan’ nefes üfleyerek onu tanrıça Aruru canlandırmıştır; sonra Tanrılar, insanın gönül’ünde kendilerine bir mesken[6]= kyklos’ yaratmışlardır. Bu ana fikirler bugüne kadar, bütün Ön Asya kültürünü etkilemiş bulunmaktadır”.[7] Buna herhangi bir şeyi eklemeyi gereksiz görüyoruz. Devam edelim. “Ve yolda konakta vaki oldu ki Rabb YHWH ona Musa’ya rast geldi ve onu öldürmek istedi” Çıkış IV/24. Bu ölümden sonradır ki YHWH, Musa’nın yeni boyutuna yol açıyor “Ve Rabb YHWH Musa’ya dedi Bak seni Firavun’a Allah Elohim gibi yaptım ve kardeşin Harun senin peygamberin olacak” Çıkış VII/1 “Elohim, Halik Tanrı oluyor.” Elohîm yaratıyor. YHWH-Elohîm “yapıyor”. Çömlekçinin bu “el”i, İşaya’nın tesmiye ettiğinin eli oluyor “Ve şimdi, ya Rabb YHWH, Sen Babamızsın; biz balçığız ve sen çömlekçimizsin ve hepimiz senin elinin işiyiz” İşaya LXlV/8. Eyub de bu “el”e yakarıyor “Senin ellerin her yanımda bana şekil verdi, beni yarattı; yine sen beni helak etmedesin Hatırla, niyaz ederim, sen balçık gibi bana şekil verdin ve beni yine toprağa mı döndüreceksin”[8] X/8-9 Yani YHWH-Elohîm, İslâm’ın el-Sanî’i oluyor Sanî-i hakikî = Tanrı âlef ile lâmed elif ile lâm tanrısal Adlardan biri olan el’i teşkil ediyor ki bu Ad, Elohîm gibi, elifte şekilleniyor. Bu el burada daha kesinleşiyor ve tanrısal enerjiler taşıyıcıları olan Baş melek’lerin adını bina ediyor Daniel tanrısal Adalet, Cebrail tanrısal Kuvvet, İsrafil tanrısal Tabip, Uriel tanrısal Işık, vb.[9] “Kim”dir Elohîm? O, yukarda olandır ve aşağıda “ne” âdâm yapmıştır diye kendilerine soruyorlar, Elohîm’i “Yukarının Adam’ı” ve âdâm’ı da “Aşağının Adam’ı” olarak gören İbranîler. Bunda iki soru, tek bir sır var. “Kim” “ne” yaptı? Her iki isim elif ile mem mim arasına sıkışmış olup bu son iki harf êm Arapça ümm, “ana” sözcüğünü oluşturuyorlar. Elohîm Ad’ında Tanrı, Ana’dır. Ana’nın enmüzeci archetype olarak bağrında lam, he, yod ye harflerini taşır ki bunun sayısal değeri 30+5+10 = 45 olup bu sayı âdâmınkidir 1+4+40. Derinlikte, bağrında Elohîm, âdâm’ı taşır.[10] Elohîm’in bu “dişil” ve “eril” veçhelerinin sembolizmi, “Ve Allah insanı kendi suretinde yarattı; onları erkek ve dişi olarak yarattı” Tekvin 1/27 ayetine dayanıyor, yani kendi faal veya “eril” suretinde, öbür yandan da ahz edici veya “dişil” Tanrı suretinde yaratıyor ki, ikiye bölünmüş beşerî erdişi-hünsa androgynein bu iki ayrılmış ve somut örneği olmuş, aynı zamanda mukabil ve mütemmim iki veçhesi hâsıl oluyor.[11] Bir gün Rabbi Simeon, Rabbi Pinhas’a anlatıyor ve söze şu ayetle başlıyor “gezileri sırasında Abram konaktan konağa göçerek Cenup’tan Beyt-el’e, Beyt-el ile Ay arasında başlangıçta çadırın olduğu yere kadar, evvelce orada yapmış olduğu mezbahın yerine kadar gitti” Tekvin XIII/3-4. Ve diyor ki “biz” gezisi diye okumayı beklerken “gezileri” diye yazıyor, bu da bize, gezisi sırasında Shehima, tanrısal Huzur Mevcudiyetin ona refakat ettiğini gösteriyor. İnsana, her zaman, eril ve dişil olmak düşer ki imanı sarsılmaz olarak kalsın ve Tanrısal Huzur onu hiç terk etmesin. Sorabilirsin seyahate çıkan ve karısından uzak, eril ve dişil olmayı durduran adamın hali ne olur? Bu adam, yola çıkmadan önce, daha henüz “eril ve dişil”ken Efendi’sinin Huzur Mevcudiyetini kendine çekme Tanrı’ya dua edece…”[12] Rabbi Simeon, aleph, daleth ve sonda mem harflerinin, bitmiş şekilleriyle, birlikte yeryüzüne indiklerinde Adam ismi eril ve dişili kapsıyor gibi anlaşılmış olduğunu da anlatıyor.[13] Öbür yandan Havva, Âdem misillû, YHWH Elohim’in bir teşahhusu kişileştirilmesi oluyor ki böylece tüm tanrısal veçheleri, sefirot ağacınınkileri, özümsemiş oluyor.[14] Çoğu yerde olduğu gibi burada da bir Mısır geçmişi ortaya çıkıyor. En eski tanrılar birçok mitosta iki cinsiyetli gibi görünüyorlar; bunlar ilkah ediyor ve aynı zamanda da doğuruyorlar. Çift cinsiyetlilik bisexuality, tek bir cinsiyetle sınırlı olmayan ve eşe ihtiyaç duymayan Halik’in mutlak tabiatı için bir sembol oluyordu. Mısırlı Grek yazarı Horapollon ölm. IV. yy., Memphis’in yaratıcı tanrısı Ptah’ın hem erkek hem de dişi olarak görüldüğünü anlatıyor. Geç Dönem’in temsillerinde çoğu kez tanrı, kadın memeli olarak gösterilmiş. Nil tanrısı Hapis de, bir sakal ve bir yaşlı sütninenin sarkık memeleriyle iki cinsiyetli olarak temsil edilmiş. Thebes’li tanrıça Mut, “onu doğuran erkeğin anası” olup işbu ifade, zarurî olarak babalığı içeren her şeyi kapsar analığının bir linguistik sembolü oluyordu. Temsillerinin birinde o, bir phallus’la bile resmedilmişti. Tanrıça Neith “tanrıların ve erkeklerin tohumunu yaratmış” olup “babaların babası ve anaların anası” sıfatını taşıyordu… Paris’te, Louvre’da bulunan bir papirüse göre No. 3079 İsis, Osiris’in ölümü öyküsünün oyununda kendisinden “adını Osiris’inki yeryüzünde devam ettirmek üzere bir kadın olmama rağmen kendimi bir erkeğe dönüştürdüm” şeklinde söz edecektir. Tanrıların her iki cinsin cinsî kudretine sahip olmaları Mısırlıların nazarında gayritabiî değildi. Horus’un çocuğu Imsety bile androgyne veçhelerine sahipti, aksi halde Orta Krallık döneminde bir kadın sarı deri rengi ile sakalsız bir erkek şeklinde temsil edilemezdi.[15] İnsanlığın, geleneksel büyük akımları içinde intikal ettirdiği çeşitli Hilkat mitoslarının hepsi, bir tefrik anlamında bir ayırımdan, bir ilkesel vahdetin bağrında doğmuş bu “yukarıda” ve “aşağıda”nın hesabını veriyor. Özellikle Judaist-Hıristiyan geleneği Yaradılışı, böyle bir tefrikten çıkmış olarak ortaya koyuyor. Tanrı ışığı koyu karanlıklardan, gündüzü geceden ve daha sonra erkeği kadından ayırt ediyor ama bilhassa, Maim ana sulardan Arapça-Osmanlıca “mâ” şunları tefrik ediyor “Ve Allah dedi Suların ortasında kubbe olsun, ve suları sulardan ayırsın. Ve Allah kubbeyi yaptı ve kubbe altında olan suları, kubbe üzerinde olan sulardan ayırdı.” Tekvin 1/6-7. Bu suları İbranî geleneği sırasıyla Mi ve Mâ tesmiye ediyor. “Ve Allah kubbeye Gökler samaim dedi” Tekvin 1/8 Arapça-Osmanlıca “semavat”.[16] “Sema dalar o zaman bir perili rüyaya Serer zemine ağaçlar sedefli bir saye gölge” Fikret Baba-ı-Ana enmuzec-i evveli “Allah’ı Ruhu” prensip vahdeti içinde olup bu Ruh, tezahüründe, gerçekleştirmesinde, maim’de yansıyor. Zuhur vaki olur olmaz, ikilik prensibi ortaya çıkıyor ve bu nedenle de, Tekvin’in “ikinci gününde”, “suların” maim mezkur Gelenek tarafından mi tesmiye edilen “yukarının suları” ile mâ tesmiye edilen “aşağının suları”na ayrıldığını görüyoruz. Bu aynı Gün’de mî ile mâ, “göklerin sâmayim vüs’atı” tarafından derhal birleştiriliyorlar şöyle ki – Mi’nin suretinde ve ondan farklı olarak mâyı halk ederken Elohim, mi’nin içinde mânın varlığını muhafaza ediyor; – Miden ayırt edilmiş ve farklılaştırılmış olmakla birlikte mâ, mi’nin varlık ve gücünü içinde taşıyor. Yaratılmış her dünya, tarafımızdan görülebilsin veya görülemesin, her derunî hal, en aşağılığı bile, mi’nin varlığını taşır. Tao’nun sembolü Resim 11 bunu izah ediyor; bunda yin ve yang dişil ve erili okuma yerine mî ve mâ, mî, mâ karanlıklarına göre ışık olarak okursak koşutluk esas gerçeği içinde yerini bulur. O ise ki biz mâ’yı ışık, mî’yi de karanlıklarda gizlenmiş Tanrı olarak yaşıyoruz.[17] Bildiğimiz kadarıyla sadece Grekler androgyne-hünsa sembolünü mütevazı bir kültü olan bir küçük tanrı şeklinde teşahhus ettirmişlerdir. Öbür yandan, Antik çağın sonunda cinsî semboller her düzeyde, sihri metinlerde, simyada, aritmolojide, gnostiklerde, düşünürlerin tefsirlerinde örneğin Eflâtûn’u şerh eden Proclus’da görülür. Bir ilk hünsalık imgesi, kozmogoni ve anthropogonilerde hâkim olmaktadır. Feylosoflar da bu imgeyi kullanıyorlar. Onlar her zaman bir bütünü bir coincidentia oppositorum gibi tanımlamaktan hoşlanmışlardır. “Tanrı, gündüz ve gece, kış ve yaz, savaş ve barıştır” demişti Heraclite. Bütün Grekler, içinde dünyanın birbirini takip eden kuşaklardan meydana geldiği mitoslarla yaşamışlardır. Harfiyen ele alınmış istiareler metaphore sayesinde Halik olarak ortaya konan bir tanrı, doğuran olarak telakki edilme tehlikesiyle karşılaşır. Stoacılar tilmizlerine tanrıların ne eril ne de dişil olduklarını ve onlara izafe edilen hünsalığın sadece bir kutbiyeti ifade ettiğini öğretmeye özen göstermişlerdir. Keza Kilise, ilm-i akaitte oynadıkları rolden dolayı cinsî mecazlara haklı bir şüphe ile bakmıştır. Ama gnostik bilinirci mitolojiler bir uçtan öbürüne gitmişler. İskenderiyeli Philon, karşıtlamalı kösnül şehvetli insanla ideal insan telâkkisini Tevrat’ın iki yaratılış anlatısı, üzerine oturtuyor. Biz topraktan yoğrulmuş, Tanrı’nın hayat üfleyip eş olarak icadını verdiği varlıktan geliyoruz; bu varlık dişil ve eril beden ve ruhtan mürekkep olup fanidir. Öbür yandan. Tanrı, kendi suretinde, cisimsiz ve bozulmaz, sadece anlamakla kavranabilir, ne dişi ne erkek olan bir şekil yaratmıştır. Antik çağın sonunda çok kez çok değişik şekillerde, madde ile temasa geçtiğinde eril ve dişil varlıklara ayrışan bir toplam fikri meydana çıkıyor. Bu varlıklara ancak mutlak bir iffet, mükemmeliyete, başlardaki bütünlüğe dönmeyi sağlayabilir. Bu mücerretlik düşüncesini Bektaşî akidesinde de görüyoruz. Yukarda, Ahd-i Atik’te çeşitli vesilelerle rastladığımız ve Tanrı’dan “Baba” olarak söz edilen ayetlerde, sözün gelişinden kelimenin açıkça hami ve özellikle İsrail’in hamisi manasında olduğu görülür “O beni, çağıracak Sensin Baba’m, Allah’ım ve kurtuluşumun kayası” Mezmurlar LXXXIX/26 ve İşaya IX/7, LXIII/16, Yeremya III/19…[18] ADONAİ İbranî adon sözcüğü “efendi-lord”un karşılığıdır. Kitab-ı Mukaddes’te, muayyen bir otoritesi olan kişi, bir ülkenin hükümdarı, bir kölenin efendisi, bir kadının kocasına izafe edilmiş olarak buna çok rastlanır “adonai YHWH”, Tevrat tercümesinde “Rabb Allah”. XIII. ünlü Kabbalacısı Joseph Gikatila’ya göre Tetragram Tanrı’nın özel Adı’dır ve sadece onun Adı’dır. Tevrat, bu adın izahıdır. Ve şunları öğretiyor bize Gikatila “Bil ki bütün Tora, YHWH Tetragram adının bir izah ya da şerhidir. Kitâb’ın Tôra Adonai Rabb’ın Adonai Yasası ifadesinin gerçek manası buradadır. Rabb, telâffuzu yasak olarak Tetragram’ın ikamesidir…”[19] “Gök olur bir büyük iklil-i münir nurlandıran taç Yer olur bir bağçe-i ezhar-i çiçekler beşer” Cenap. YHWH İsrail Tanrı’sının kişisel adı, İbranî Tevrat’ta dört YHWH sessiz harfi Tetragrammon ile yazılmıştır. En az 586’da Birinci Mabet’in tahribine kadar bu ad muntazaman özgü sesli harfleriyle telâffuz edilmiş. Ama en az III. YHWH adının ağza alınmasından kaçınılmış ve Adonai, “Efendi” onun yerini almış. Keyfiyet, bu yüzyılda Grekçe konuşan Yahudiler tarafından İbranî Kutsal Kitâb’larının tercümesinde YHWH’nin Kyrios, “Efendi” şeklinde yazılmış olmasıyla sabittir. Tevrat’ta Adonai YHWH birleşik şeklinin geçtiği yerlerde bu, Adonai Elohim, “Efendi Tanrı” olarak okunuyordu. İlk Ortaçağlarda YeHoWaH’a dönüşecekti. Mamafih YHWH adının doğru telâffuzu hiçbir zaman kaybolmamıştır. Hristiyan Kilisesine mensup birçok ilk Grek yazar, adın “Yahweh” olarak telaffuz edildiğine tanıklık ediyorlar. Birçok bilginin kanaatine göre YHWH, kendisi de hyh “olmak”, kökünün eski bir varyantı olan hwh kökünün bir lâfzî şeklidir. Bunlar Arap-Osmanlı Hüve’ye Tanrı çevirdi dikkatimizi. Döneceğiz konuya. TANRISAL SIFATLAR Yukarda mezkûr tanrısal adların yanısıra, İsrail Tanrı’sına ayrıca, O’nun tabiatını tarif ve tasvir eden birçok sıfat veya unvan verilmiştir. Bunlardan bazılarını verelim. İsrail’in Tanrı’sı hakkındaki temel telakkisi, O’nun “Yerin ve Göğün Halik’i” kısaca “Halik” oluşudur. Müteal kutsiyetini vurgulamak için “Kuddûs” tesmiye ediliyor… “Ve Rabb onun önünden geçti ve Yehova, Yehova, çok acıyan ve lütfeden, geç öfkelenen ve inayeti ve hakikati çok olan, binlerce inayetini saklayan haksızlığı ve günahı ve suçu bağışlayan ve suçluyu asla suçsuz çıkarmayan, babaların günahını oğullarda ve oğulların oğullarında, üçüncü ve dördüncü nesilde arayan Allah, diye ilân etti”. Böyle yazıyor Huruç-Çıkış XXXIV/6-7. Buna dayanarak Ezra kitabının yazarı Müteal’in yedi adını sıralıyor “Biliyorum ki Müteal, “rahim-rahman”, tesmiye ediliyor zira onun henüz dünyaya gelmemiş olanlara merhameti vardır; “Müşfik”, çünkü pişman olup O’nun Şeriat’ı üzerinde gidene amanı vardır; “Sabor”, çünkü günaha girmiş olan kişilere karşı, bunlar O’nun mahlûkları olduklarından, sabırlıdır; “Kerim, mün’im, cömert”, şöyle ki aldığından çok verir; “Gaffar”, çünkü geçmiş gelmiş gelecek olan günahkârları tekrar tekrar affeder şöyle ki O’nun sürekli gufranı olmasa, dünya ve sakinleri için yaşama ümidi olamazdı; “Kerim”, zira günahkârları günahlarından kurtarmakta cömertliği olmasa beşerin on binde biri hayat bulamazdı; “Hâkim”, çünkü Kelâm’ı ile halk edilmiş olanlara, sayısız suçlarını silerek mağfiret göstermese, tüm insan neslinden sadece birkaç kişi kalırdı”.[20] Bu ifadeler, devrin anlayışına göre, en ufak bir sapmanın bile büyük günah addedildiğini ima etmiyorlar mı? Proto-Hint tanrı Kuyash’ın adı Hint-Avrupa, Hitit kue n-, kun-“vurmak öldürmek” kökünden iştikak etmiştir. Tanrı Yayash’ın adının, aynı şekilde, Arî lehçe yerine hieroglyphic “Hititçe”ye bağlanması gerektiği kaydediliyor. Ve bunlardan önemli sonuçlar çıkıyor tanrı Yaya, Yaë ve Samî şekliyle Yau, Yava’nın bulunması, Ahd-i Atik’in Tanrısı Yahve sorunu üzerine hiç beklenmedik bir ışık tutuyor. İndus vadisinde Samîleşmiş Yau şeklinin yanı sıra Proto-Hint Yaue, Yave şeklinin meydana çıkması, Tanrı Yahve ile Samî-Proto-Hint Yave arasında bir kıyaslamayı kaçınılmaz hale getiriyor a ve u’nun “fethi”nde Samî dillerde kolaylıkla bir h araya girebilirdi; Yahve böylece teşekkül etmiş olmalıdır.[21] “Ve Musa Allah’a dedi İşte ben İsrail oğullarına geldiğim zaman, onlara Atalarınızın Allah’ı beni size gönderdi, dersem ve onlar bana Onun ismi nedir? derlerse, onlara ne diyeyim? Ve Allah Musa’ya dedi Ben, BEN olaNIM ve dedi İsrail oğullarına böyle diyeceksin Beni size BEN İM gönderdi. Ve yine Allah Musa’ya dedi İsrail oğullarına böyle diyeceksin Atalarınızın Allah’ı, İbrahim’in Allah’ı, İshak’ın Allah’ı, Yakub’un Allah’ı Yehova beni size gönderdi…” Çıkış III/3-15. “Yahve” adının Samî olmayan, Hint-Avrupa, belki hieroglyphic “Hititçe” kökenli olması ve Yayash gibi esas itibariyle “hacı” manasına gelmesi ihtimal dâhilindedir. Burada iki vakıaya değinmek, önemli olmaktadır bir taraftan Milâdî VII. Seville’li İsidore ile Edessa’lı Urfa Yakup, Yahve adının telâffuzunu hâlâ biliyorlardı, öbür yandan eski Yahudi adlarından Yahve adı Yâ olarak çok sık kısaltılırdı. Nitekim ilerde göreceğimiz gibi “Halleluyah”, İbranîce “Yahveyi öv!” manasına gelip burada Yahve, Yah-Ya şeklinde geçer. Proto-Hint Yayash tanrı adının Yâ, Ya şekilleri biliniyor. Devam etmeden önce Samîlerin-Babilonyalıların, Hindistan’ın Kuzey-Batı’sına yerleşmiş bulunduklarının şüphe götürmediğini belirtelim. Ama işler bir noktada yine karışıyor 1943’te yayınlanan yeni bir cuneiform Hitit metninde, o güne kadar meçhul kalmış I-ya-ya-sh adlı bir tanrıçadan söz ediliyor. Ünlü bilgin Hrozny buna şu yönde bir hal çaresi düşünüyor Hitit pantheonunda bir güneş tanrısının yanında bir güneş Tanrıçası da bulunmuş olamaz mı?[22] Hindistan, İran ve Ön Asya’nın eski dinleri, bir müşterek mitosu, Suların tanrıçası Büyük Ana’nınkini paylaşmışlardır. Gerçekten su, bütün hayatın temelinde yatar. Kuraklık biraz sürerse her şey mahvolur. Doğurganlık tanrıçasının aynı zamanda Su’larınki olması, eşyanın tabiatına tamamen uygun düşüyor. Bu belit kabul edildiğinde, yukarıdaki mülâhazalar dayanaklarını bulmuş olurlar. Önemine binaen bu konuya aşağıda bir kez daha değineceğiz. “Tanrı” kavramını kendisinden özetlediğimiz Tevrat Ahd-i Atiki İslâm nasıl algılamıştı? Kur’an’ın bu Kutsal Kitap hakkındaki Ayetleri, ezcümle “Ey kitâb ehli! İbrahim hakkında ne için münakaşa edip duruyorsunuz. Tevrat ve İncil ancak ondan sonra gönderildi…” III/65; “Tevrat’ın indirilmesinden önce İsrail’in kendisine haram tanıdığı şeylerden başka yiyeceğin her türlüsü İsrail oğullarına helâl idi” III/93;[23] “Tevrat onların nezdinde bulunduğu ve Allah’ın hükmünü muhtevi olduğu halde onlar nasıl olur da senin hükmüne müracaat ederler…” V/46;[24] “Hani Meryem oğlu İsa Ey İsrael oğulları! Ben önce nazil olan Tevrat’ı tasdik etmek, benden sonra Ahmet isminde gelecek Peygamberi müjdelemek üzere size gönderilen bir peygamberim! demiş…” LXI/6; “De ki Ey kitap ehli, Tevrat ve İncil’i ve Tanrı’nız tarafından size gönderileni yerine getirmedikçe siz bir şey sayılmazsınız…” V/70; “Kendilerine Tevrat’ta yükletildiği halde onu yüklenmeydiler, onun hükümleriyle amel edemeyenlerin hali, kitap taşıyan merkebin haline benzer…” LXII/5; “Allah, müminlerin canlarını, mallarını kendi yoluna vakfetmeleri mukabilinde onlara cennet vermiştir… Allah’ın bu öyle bir vaadidir ki Tevrat’ta da, İncil’de de, Kur’an’da da sabittir…” IX/112, İslâm’ın Musa dinine, onun Kitâb’larına yakınlığının ifadeleri olmaktadır. Bu yakınlık bazen ayniyete kadar varmaktadır “İçinde hidayet ve aydınlık olan Tevrat’ı, Biz gönderdik. Kendilerini Allah’a teslim eden Peygamberler, Yahudilere ait davalarda onunla hükmederlerdi… Tevrat’ta emrettik ki can cana, göz göze, burun buruna, diş dişedir. Yaralamalar, kısas edilir. Hak sahibi affederse onun affı, kendi günahını örtmeye yarar…” V/47-49. Bu ifadelerin mukabilleri de şunlar oluyor “Fakat zarar olursa, o zaman can yerine can, göz yerine göz, diş yerine diş, el yerine el, ayak yerine ayak, yanık yerine yanık, yara yerine yara, bere yerine bere vereceksin” Çıkış 21/22-26. “Ve bir kimse komşusunu sakatlarsa, kendisine yaptığı gibi yapılacaktır; kırık yerine kırık, göz yerine göz, diş yerine diş olmak üzere, adamı nasıl sakat etti ise, kendisine de öylece edilecektir” Levililer 24/19-21. J. Horovitz, daha başka benzerliklere işaret ediyor[25] Kur’an “XLVIII/29’da Tevrat ve İncil’den verilen temsil Torah’tan gelmeyip, sadece hülâsa olarak, Mezmurlardan alınmıştır… halbuki V/35. Ayetteki ibare Tevrat’tan alınmayıp Mişnâ Sanhedrîn IV/5’den…, alınmıştır. Tevrat’ta bu nevi sarih müracaatlardan maada, Kur’an’da sık sık tekrarlanan Ahd-i Atik’in ilk beş kitabından alınmış birçok hikâyeler, umumiyette Yahudi din kitaplarının tefsiri şeklindedir. Ahd-i Atik kitaplarından Tevrat’ın yanı sıra Peygamber yalnız Zebur’u bilir… O, belki de, bizzat Yahudilerin bazen Tora dedikleri bütün mukaddes kitaplarını kastetmiştir”. “Hadîste de Tevrat’dan sık sık bahsedilir ve birçok hadîs parçalarında Musa, Tevrat’ın hükümlerini gözeten kimse olarak zikredilir…” Horovitz konu üzerine uzunca yayılıyor. Bu ayrıntılara burada girmek gereksiz oluyor. Sebebî ve tanrısal Zat veya Cevher, başlangıçsız beli reshit – Arapça -Osmanlıcanın “bilâ reshit”i Başlangıç-Mebde1 olup bunu Yahudiler günlük dualarında teyit ediyorlar. Ve bu “başlangıçsız Başlangıç”ta her yaratılmış şey başlıyor. Aynı şekilde, O bunların “sonu olmayan beli tahlid Erekliliği tahlidiud oluyor bitmiş olan, Layetenahi’de beli tahlid son buluyor. Bu sonuncusu onun ezelî ve ebedî ve mutlak Zat ya da Cevheri’dir. “Tahlid”, Arapça-Osmanlıcada “ebedî surette oturma” manasınadır. Talmud’a göre “dünya on ünlü sözle yaratılmıştır”, şöyle ki Tekvin’de dokuz kez “Rabb söyledi” ifadesi bulunuyor. O ise ki Tevrat’ın “birinci kelimesi” Bereshit, “başlangıçta” veya “Öz” tarafından, içinde, birlikte, ilk ve bütün öbürlerini içeren ilk yaratıcı Söz oluyor. Böylece de bereshit en âli yaratıcı Kelâm oluyor ki bunu Yahudi geleneği onu tanrısal “Hokma-Hikmet”le özdeşleştiriyor. Böylece de, be-hokma “Tanrısal Hikmet’in içinde, onun tarafından ve onunla birlikte” ve be-reshit de “Prensip-asl”la akilâne aynı manayı haiz oluyorlar. İşbu akil Prensip’ten, Kitab-ı Mukaddes’in ilk cümlesi mucibince, her şey yaratılmış olup her şey tanrısal Hikmet’te ezelî ve ebedî olarak zahir ve hazırdır. Zuhuru mümkün her şey O’nda, bir layetenahi Işık’ta olduğu gibi, tezahür eder, hareket eder ve gözden kaybolur. Bu keyfiyet Kur’an tarafından da vurgulanmaktadır Allah, sadece Hikmet ya da Nur’undan gökleri ve yeri yaratmakla kalmayıp bunları bir yandan, teali ederken, Kendisi dahi bunların Nur’u veya münir Cevheri’dir ve her yerde hazır ve nazırdır. Bu açıdan, Tevrat’ın “Başlangıçta Allah gökleri ve yeri yarattı” ifşası Kur’an’da “Allâhu nûru-s semâvâti ve-l-arzi”, yani “Allah göklerin ve yerin nurudur” Ayet’in tümü şöyledir “Hakk Teâlâ göklere ve yere nur -verendir-, O’nun nuru, içinde bir çırağ bulunan kandilin ışığı gibidir. Çırağ billur içindedir. Şarklıda ve garplıda olmayan mübarek bir zeytin ağacından yakılır. Ateş dokunmasa da onun yağı hemen ışık verecek gibidir. Nur üzere nurdur… XXIV/35. Bu itibarla Allah’ın Kendisi, hilkatin başlıca ve tek Gerçeği veya yaratıcı, ifşa edici ve kurtarıcı necata erdirici Nur’udur. Kendisi bu Nur olup, ona “kun-ol!” ve “oldu-fayakûn“ diyor, ezelden beri. O, kendi “Ol!” Kelâmı, Kelimet’ül Allah’ı veya “Emr”idir Arabî Amr, “kelâm”, “emir”, “kumanda” manasındaki İbranî AoMeRe tekabül eder. “Kelâm başlangıçta var idi ve Kelâm Allah nezdinde idi ve Kelâm Allah idi. O, başlangıçta Allah nezdinde idi” İncil-Yuhanna’ya göre I/1-2. Yahudi geleneğinde bu Prensip sadece tanrısal “Hikmet-Hokma” değil, aynı zamanda da “Baba” Ab veya Abba tesmiye edilir; “Oğul” Ben veya Ban da “ilm-i kül” Da’at olup bu sonuncusu bu “Hikmet” ve de Allah’ın ya da Tanrısal “Ana” Em veya Immanın yaratıcı “Akl” Binaından doğmuştur. Hristiyanlıkta “Oğul”un kendisi, “Hikmet”i, “Baba’nın Hikmeti”ni, temsil eder.[26] Arada bir metin akrabalığı, Yahudi ve Hristiyan duaları arasında bir “ruhanî babadan kardeşlik” görülüyor. Yahudi duası, başlarda Nazaretli İsa’nın, “Sion kızı” Meryem’in, havariyûnunki değil miydi? Bunda “pederlerin imanı” ve Yeruşalim’in ilkel kilisesininki kök salmıştır. Ama daha başkaları da var Allah İsrail oğullarından misak almıştı. “Biz onlardan on iki reis[27] tayin ettik. Allah buyurdu ki Ben sizinle beraberim. Siz namazı doğru kılar, zekât verir, Peygamberlerime inanır…sanız … sizi içinden ırmaklar akan Cennetlere koyarım…” Kur’an V/13. Bu “içinden ırmaklar akan Cennet”, Sayılar 14/8’de “Eğer Rabb bizden razı olursa, o zaman bizi o diyara getirecek ve onu bize verecektir; bir diyar ki süt ve bal akıyor”. Koşutluk aşikârdır. Bütün bunlara rağmen politik açıdan Peygamber’in Yahudilerden kuşkulandığı, buna karşı Hristiyanlara karşı yakınlık duyduğu görülüyor “İnsanlar içinde, iman edenlere, en şiddetli düşmanlığı gösterenlerin Yahudilerle müşrikler olduklarını, müminlere dostluk itibariyle en yakın olanların Biz Nasranîyiz» diyenler olduklarını görürsün. Çünkü bunlarını içinde keşişler ve rahipler vardır, sonra bunlar kibirli değildirler” Kur’an V/85. Nitekim Kur’an’ın bütün bir Suresi III, Âl-i İmran, Hristiyanlık ve Beni İsrail peygamberlerinin sonuncusu olarak telâkki edilen İsa’ya tahsis edilmiştir.[28] Musa ile Harun, İmran’ın zürriyeti idiler. Musa Musevî şeriatının müessisi, Harun ise İsrail ruhanîlerinin başıdır. Bu hanedanın en son mümessilleri Yahya ile İsa idiler.[29] İsa ve Havariyyûn’un Yahudi olmaları itibariyle Hristiyanlığın son tahlilde Musevîliğin bir varyantından ibaret olduğu ve ana dinin başlıca temel dogmalarını muhafaza ettiği bir gerçektir. Dolayısıyla Hristiyanlık yoluyla da birçok Yahudi-Musevî unsurun İslâm ve Türk kültürüne sızmış olduğunu kabul edeceğiz. Şu anda İslâm alanında bulunduğumuzdan bu dinin İncil’i nasıl algıladığına da kısaca bakalım. “İncil” sözcüğü, İncil karşılığı εύαγγέλιον sözcüğünün Etyopyen wangel aracılığıyla Arabî istinsahından transkripsiyon ibarettir. Bu sözcük Kur’an’da 12 yerde geçip İsa tarafından nakledilen Vahiyi tazammun eder. Keza sözcük, Muhammed’in Hristiyan çağdaşlarının sahip bulunup okudukları Kitâb’ı, yani dört İncil’i de ifade eder; çoğu kez de Ahd-ı Cedîd’in tümüne teşmil edilmiştir. Kur’an’da birçok İncil karakteri İsa, Meryem, Yahya, Zekeriya, Havariyyûn ve bir miktar da vakıa Cebrail’in Meryem’e hamileliği hakkında verdiği haber, tebşir, İsa’nın mucizeleri yer alıp bunların İncil’le benzeşmeleri çarpıcıdır; şöyle ki bunların onlara takaddüm etmiş olan İncil’lerle ilişkisinin ne denli kesin olduğu sorunu ortaya çıkıyor. Mümin Müslüman için sorun hiçbir güçlük arz etmiyor Her iki Kitâb’ı da vahyeden aynı Allah’tır ve Resul Muhammed, Vahyi doğruca Allah’tan aldığına göre, bazı hususları istinsah etmek için eski Kitâb’lara doğruca veya bilvasıta müracaat etmeye ihtiyaç duymamıştır. Ama din tarihi açısından, tarihî bağlantıların aranması bir zarurettir. Bu itibarla ilk sorun şöyle oluyor Muhammed ve ilk Müslümanların İncil’ler hakkındaki bilgileri ne olabilirdi? Bu da bu Kitâb’ların Arapçaya tercümesine götürüyor şöyle ki Muhammed ve Sahâbe’nin Yunanca, Süryanîce veya Kıpti dilini bilmeleri düşünülemez. Muhammed dönemi veya daha önce yapılmış çevirilerin bazı tartışmalara yol açmalarının ötesinde, bunlar münferit ayrıntılara münhasır kalmışlardır. Buna karşılık 2/8. İncil’lerin Arapça nüshaları Suriye’de Hristiyanların elinde geziyordu. Kesinlikle söylenebilecek şey, Muhammed ve ilk müminlerin Arapça İncil’ler hakkında doğruca bir bilgi sahibi olamayacakları merkezindedir. Buna karşılık Arabistan’da Hristiyan fikirlerinin, bunlara ek olarak apokrifa ve İncil öykülerinin yayılması, İslâm’ın zuhurundan önce geniş ölçüde şifahî öğreti ve günlük yaşamın sağladığı karşılıklı ilişkiler sayesinde olmuştur. Yukarda, Yemende Yahudilerle faal rekabet halinde Hristiyan cemaatlerinin varlığını görmüştük. Kuzey-Doğu’da da Nasturî kilisesinin etkisi de Hira’dan her yana, misyonerler, şair ve tüccarlar aracılığıyla yayılıyordu. Hattâ Hatice’nin Hristiyan kuzeni Waraka’nın, İncil’lerin tercüme ya da suretlerini istinsah ettiği mukayyettir. Bu itibarla sahih ve apokrif İncil’leri yansıtan Kur’an ayetlerinin işbu Hristiyan cemaatlerinden türemiş olması muhtemeldir. Peygamber’e malûm olanlar sahih İncil’lerden çok apokrifalar oluyor. Bu bilgileri o tamamen Hristiyan olan kaynaklardan değil, Yahudi Hristiyanlardan, şifahî olarak edinmiştir. Keyfiyet, Kur’an’da muhafaza edilmiş olan kıssaların nevinden anlaşılıyor. Bu kıssalar şekillerini, yukarda irdelediğimiz Hanîf, yani kendilerinin İbrahim dininden olduklarını iddia eden kişilerden almış olmalıdır. Hıristiyan fikirlerinin Müslümanlar arasında intikal yollarından biri şiirdir. İslâm’ın zuhurunda şairlerce Hira’yı ziyaret çok rağbette idi. Burada Hristiyan Araplarla dostça ilişkiler cari olup Hira meyhanelerinde öğrenmiş oldukları kıssaları sonradan Arabistan’da hikâye ederlerdi. Gerçekten şiir uzun süre Müslümanlarla Hristiyanlar arasında bir bağlantı oluşturmuştu Hristiyan şair al-Ahtal’ın Emevî sarayında hüsnü kabul gördüğü biliniyor. Peygamber, ahlâk hususunda İncil’i Kur’an’dan ayıran esaslı farikayı, yani rahm ve şefkati biliyordu “Sonra onların arkalarından peygamberlerimizi gönderdik. Meryem oğlu İsa’yı da onların ardı sıra irsal ettik. Onlara İncil verdik. Ona tâbi olanların kalplerine şefkat ve rahmet duyguları koyduk…” Kur’an LVII/27. Daha başka meselelerin yanı sıra İncil’de Allah’ın başka bir resul göndereceği vaadini biliyordu “Bununla beraber ben size hakikati söylüyorum; benim gitmem sizin için hayırlıdır, çünkü gitmezsem, Tesellici size gelmez; fakat gidersem, onu size gönderirim” Yuhanna XVI/7; bunun yankısı da Kur’an’da şöyle “Onlar ki yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de yazılı gördükleri ummî nebi olan Peygamber’e tâbi olurlar, o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten nehyeder, …onların sırtlarındaki ağır yükü kaldırır, onların zincirlerini kırar…” VII/156. Peygamber, İsa’nın mucizeleri arasında körün ve cüzamlının şifa bulmasını, ölülerin dirilmesini zikrediyor. Onun bilgi edindiği çevrelerde İncil’e ait en şayi rivayetin “tebşir vahyi” olduğu görülüyor. Buna Luka’dan okuyalım “Altıncı ayında Allah tarafından Cebrail melek Galile’de Nasıra denilen şehre, Davud evinden Yusuf adındaki adama nişanlı olan bir kıza gönderildi; kızın adı Meryem idi. Melek onun yanına girip dedi ki Selâm, ey nimete eren kız, Rabb seninledir. Ve Meryem bu sözlerden çok şaşırarak Bu nasıl selâmdır diye düşünüyordu. Melek ona dedi ki Korkma Meryem, çünkü Allah önünde inayet buldun. Ve işte gebe kalıp bir oğlan doğuracaksın…” 1/26 ve dev.. Bunun Kur’an’da mukabili de yine Âl-İmran Suresinde okunuyor; burada “tebşir” önce Zekeriya’ya vaki oluyor, ona oğlu Yahya müjdeleniyor III/37-42; sonra da melekler Meryem’e sesleniyorlar III/42-50. Meryem’in bakire oluşu tasdik ediliyor XXI/9l. Hıristiyanlığın ilk çağlarında ortaya çıkan “heretic” Dosetizm akidesine göre İsa sadece görünürde bir vücuda sahip olduğu için doğumu, acı çekmesi ve ölmesi sadece görünüştedir.[30] Carra de Vaux,[31] Muhammed’in İsa’nın çarmıha gerilmesini reddetmesini IV/155-156 bu tarikatın etkisine bağlıyor. Bu ayrıntılar üzerinde daha fazla yayılmayıp Ahd-ı Cedîd’in Hadîsler üzerindeki önemli etkisi keyfiyetini yine Carra de Vaux’dan okuyalım “Peygamber yahut ashabına isnat olunan mucizeler, meseller, fikirlerin kaynağı İncil’dedir. Meselâ Peygamber yiyecek ve içecek su miktarını artırıyor. Bu… daha ziyade İncil’deki “somunlar ve balıklar” mucizesinden mülhemdir. Fakirlerin mevkileri ve zenginlerin cennete girmelerindeki güçlük ile ilgili birçok hadîs yine İncil’deki esas akideyi aksettiriyor…”. “Mehdi ve kıyamete ait efsanelerde Hristiyan apocalyptique edebiyatın büyük bir hissesi vardır”.[32] Daha fazla ayrıntıya burada gerek yok. [1] G. Scholem. Le-Nom et les symbolesde Dieu, s. 85. [2] Annick de Souzenelle. La lettre, s. 63. [3] A. de Souzenelle. La lettre chenim de vie, s. 42-43. [4] Tarafımızdan belirtildi. [5] Androgyne. [6] Bu, Schekina olmuyor mu? [7] Mübahat Türker – Küyel. – Kramer’in “Tarih Sümer’de başlar” adlı eseri tanıtma yazısı, in ERDEM V/15, Eylül 1989, Ankara, s. 1023-4. [8] Annick de Souzenelle, – s. 79. [9] ibd., 110. [10] ibd., s. 119. [11] Leo Schaya. La crédation en Dieu à la lumiére du judaïsme, du christianisme et de l’Islam, Paris 1983, s. 45-46. Ayrıcabkz. s. 67. [12] Le Zohar Le Livre de la. Splendeur. Extraits choisis et présentés par Gershom Scholem, Paris 1980, s. 33-34. [14] Leo Schaya. op. cit. s. 455. [15] Mamfred Lurker. – The Gods and Symbols of Ancient Egypte. Thames and Hudson, 1980, s. 33-4. [16] A. de Souzenelle. Le symbolisme du corps humain, s. 20-23. [17] A. de Souzeaeîle. La lettre, s. 118, [18] Marie Delcourt. Utrumque Neutrum, in Mélanges d’histoire des religions offerts à Henri-Charles Puech, Paris 1974, s. 117-123. [19] G. Scholem. Le nom et les symboles de Dieu, s. 109. [20] EJ, madde “God, “God, names of” [21] B. Hrozny. Histoire de l’Asie Antérieure, de l’Inde et de la Créte, s. 254-5. [22] ibd., s. 253-4. [23] Yahudiler, İslâm şeriatinin helâl tanıdığı yiyeceklerin bir kısmına itiraz ederlerdi. Onlara verilen cevapta, bunların İbrahim ile zürriyeti için helâl olduğu ve İslâmiyetin esas itibariyle Hazret-i İbrahim şeriatine uygun olduğu anlatılıyor…” Ömer Rıza Doğrul’un notu – tefsiri. [24] Yahudiler, şeriat-i Museviyenin şiddetinden kaçmak için, İslam şeriatı mucibince muhakeme olunmak isterlerdi…” Ö. R. Doğrul’un notu-tefsiri. [25] I. Horovitz. Tevrat, in İA. [26] LeoSchaya. – op. cit., s. 82-3. [27] Kitab-ı Mukaddes’in Âdat Sayılar bâbı banların adlarını saydıktan sonra “Cemaatten çağrılanlar, ataları sıbtlarının torunlarının beyleri; bunlardı” 1/4-17 deniyor. [28] Bu konuda bkz. Ömer Rıza Doğrul – Tanrı Buyuruğu, tefsir, s. 106. [29] ibd. s. 118, infra 25. [31] Carra de Vaux, İncil, in İA. [32] ibd. ve ayrıca bkz. Carra de Vaux Anawati – İndjil, in EI.
tevratta geçen allah ın isimleri